Sömürge mi, din savaşı mı?
YÜKSEL DURGUT / TR724 / ZAMAN.MK

Sıklıkla tarihteki en kanlı savaşların din adına yapıldığı düşünülür ama aslında durum öyle değil. Tarih boyunca yapılan savaşların hepsi daha çok dünyevi sebeplerle gerçekleşti. Ortaçağ’da Haçlı Seferleri gibi savaşlar, aslında ekonomik ve güç politikaları için yapılmıştı. İspanyol Engizisyonu gibi adı kutsallık içeren savaşlar da seküler çıkarlarla iç içeydi.

Ölü sayıları tam olarak bilinmese de, eskiden yapılan savaşlarda günümüzdeki modern savaşlara kıyasla daha az insan ölmüştü. Birinci Dünya Savaşı’nda 40 milyon, İkinci Dünya Savaşı’nda ise 50 milyondan fazla insan hayatını kaybetmişti. Stalin döneminde SSCB’de, Amerika’nın verilerine göre 20 milyondan fazla insan katledildi. Kamboçya’da Pol Pot’un yönetimi altında 2 milyon kişi soykırıma uğradı.

Yakın tarihte, dini adımlarla yapılan savaşlar o kadar kanlı değildi. Yugoslavya savaşlarında 140 binden fazla, Irak ve Suriye’deki İslam Devleti teröründe 35 binden fazla insan hayatını kaybetti. Hindistan ve Pakistan’ın bölünmesi sırasında yaşanan çatışmalarda ise 1 milyondan fazla kişi öldü.

Bu kayıplar, modern savaşlarla kıyaslandığında küçük gibi görünebilir, ama gerçekte kardeşin kardeşe, komşunun komşuya döktüğü kan ve yaşanan acılar derin bir yaradır.

İsrail-Filistin savaşının sömürgeci bir savaş olduğu açıkİsrail, Filistin’in adalet ve insan onuru üzerine koyduğu şartları asla kabul etmiyor. Ancak bu kavganın temeli karşılıklı dini imalarla dolu. Filistinlilerin çektiği acı, Müslümanlar tarafından İslam aleminin acılarıyla özdeşleştirilmiş, İsrailliler ise kutsal metinlere dayanan bir hak iddia ediyor. 

Tarihteki savaşların ve cinayetlerin sebebinin sadece din yüzünden gerçekleştiği kesinlikle doğru değil. Sıklıkla tekrarlanan bu efsaneden kimlerin fayda sağladığı açıkça ortada.

Seküler siyaset, aydınlanma idealleri veya komünizm gibi projeler, insan hayatını sadece istatistiksel bir veri olarak görür. Buna karşılık, din, her bireyin ruhunun eşsiz olduğuna ve ölümden sonra yaşamın değerli olduğuna inanır, örneğin şehitlik kavramında olduğu gibi. Bu bakış açısı, seküler ideolojilere karşı güçlü bir alternatif sunar.

Savaşların neden olduğu acılar sayılarla ölçülemez. Ancak Gazze, insanoğlunun yok edilişinin sergilendiği bir müzeye dönüştü. İnsanların yıkıma ve kötülüğe eğilimi, zevke olan düşkünlükleri kadar doğal. Bu yüzden Gazze, adeta ölüm dürtüsünün bir müzesi oldu.

İsrail-Filistin çatışmasının, sömürgeci bir yapısı olduğunu, yani Filistinlilerin, İsrail’in insan onuru ve adalet gibi temel değerlere karşı durduğunu söylemek yanlış olmaz. Ama bu çatışma, aynı zamanda dini ve başka önemli boyutlar da içeren karmaşık bir durum.

Neredeyse 50 yıldır, solcu enternasyonalistler Filistin devrimini dünya devriminin bir testi olarak görüyor. Aynı şekilde, Müslümanlar da yüzyıldan fazla bir süredir Filistinlilerin yaşadığı acıları kendi acılarıyla bir tutuyor ve Yahudilerin Filistin’deki hakimiyetini Müslüman dünyasının zayıflaması olarak değerlendiriyor. İsrailliler ise kendi sömürgecilik anlayışlarını, Nazi Almanya’sının ırksal üstünlük teorilerinden değil, İncil’deki kehanetlerden gelen Yahudi üstünlüğü fikri üzerine kuruyorlar.

Geçmişte olduğu gibi şimdi de, seküler Yahudi entelektüellerin Siyonizmi dini etkilerden ayırma çabalarına rağmen, Yahudilerin Filistin ile binlerce yıllık bağının temelinin sadece Tevrat, Mişna ve Talmud’da olduğunu unutmayalım. 

Bir yandan, İsraillilere, sömürge altındaki insanların doğası gereği antisemitik olduklarına inandıklarında şu soruyu sormak lazım: İsrail bir Hristiyan yerleşimci kolonisi olsaydı, Filistinliler sömürgecilerinden daha az mı nefret ederdi? Benzer bir soruyu da Filistinliler için dua eden Müslümanlara sorabiliriz: Filistinliler Budist ya da Sih olsaydı, ümmet Filistin’i terk eder miydi?

Bunlar zor sorular ama zor zamanlardan geçiyoruz. İsrail askerleri Gazze’deki saldırılar sırasında, bombalanan mahallelere menorah yerleştirerek Yahudi bayramlarına soykırımcı bir alt metin eklemiştir. Bu, tüm Yahudileri temsil etmeyen radikal bir Yahudiliktir; aynı şekilde İslami militanlık da tüm Müslümanları temsil etmez. Ancak, İsrail’in sürdürdüğü savaşının dini bir yönü olduğu gerçeğini de göz ardı etmez.

İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki davranışlarına bakınca, militanca örneklere rastlamak mümkün.  Mesela, bir İsrail askerinin Yahudiliğe geçen yaşlı bir Filistinliyi yeterince Yahudi olmadığı gerekçesiyle vurduğu videodur. Video, askerin yaşlı adamın dinini sorguladığını gösteriyor ve ardından yakın mesafeden vurulmadan önce kesiliyor. Bu vahşet, on yıl önce Rakka ve Sincar’da ortaya çıkan videoları hatırlatıyor. O zaman şu soru ortaya çıkıyor: Gazze’deki soykırımın dini bir yönü mü var yoksa seküler mi?

Siyonizm, birçok farklı yönü olan bir projedir ve zamanla çeşitli karşı akımlarla karşılaşmıştır. Başlangıçta Avrupalı Yahudilerin çölde bir devlet kurma çabası, zamanla Araplarla savaşan ve kazandıkları topraklarda hak iddia eden bir hikayeye dönüşmüştür. Son zamanlarda ise, Yahudileri atalarının toprakları için mücadele eden yerli halk olarak gösteren bir söylem öne çıkmıştır.

Bu değişiklikler, İsrail’in dünyadaki değişen havaya uyum sağlamaya çalıştığını ve bu değişime ayak uydurmanın ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Ancak, Filistin hikayesinin dünya genelinde yaygınlaşması ve etkileyici hale gelmesi nedeniyle, İsrail yeni söylem stratejileri geliştirmek zorunda kalmıştır. Hamas’ın son ayaklanmasından bu yana İsrail’de yeni bir anlatı ortaya atılmıştır. Bu, İsrail’in uzun süredir görmezden geldiği karanlık konuları kabul eden bir tondadır: 1947 ve 1948’de Filistin köylerindeki katliamlar, emperyal güçlerle yapılan gizli anlaşmalar ve barış anlaşmalarının manipüle edilmesi.

Belki de artık internet çağında gerçeklerin saklanamayacağından, İsrail’de eskiden tabu olan konular artık tartışılabilir hale geliyor. Bu yeni sesin bir diğer sebebi de Filistinlilerin değişen tavırlarıdır. İki devletli çözüm yerine, genç Filistinlilerin devrimci Cezayir modelini benimsemesi, İsrail’i topraklarından sürmekten başka çare olmadığına inanmalarıdır. Bu yeni İsrailli ses, “Biz mültecileriz ve Filistin direnişi kazanırsa, başka bir yerimiz olmayacak.” diyor.

Bu sesin arkasında trajik bir samimiyet var. Ancak, Gazze’den gelen videoları izlerken, bu topraklardaki varlıklarını korumak için soykırımın tek çözüm olduğuna inanan İsraillilerle empati kurmak zor. Freud’un dediği gibi, ölüm dürtüsü, yani insanın sadizme ve yıkıma olan doğal eğilimi, hazza olan dürtüsü kadar doğaldır ve Gazze, bu ölüm dürtüsünün bir müzesi haline gelmiştir. Ancak, bu her şeyin böyle olması gerektiği anlamına gelmez.